Pelin Ünker
Resmi olarak 50 bini aşkın insanın yaşamını yitirdiği felaketin yaraları henüz sarılmazken yetkililer ortaya çıkan acı tabloya yıkımın büyüklüğünü gerekçe gösteriyor. Peki kayıpları azaltmak mümkün değil miydi?
Kahramanmaraş merkezli depremlerin yıl dönümü için konuşan Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanı Okay Memiş, felaketin ardından bölgeye müdahalede gecikme olmadığını iddia etti. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından başkanlık konferans salonunda düzenlenen "Asrın Afetinin 1. Yılında Afet İletişimi Sempozyumu"nda konuşan Memiş, "Gecikme olmadı ama yetişemedik. Yetişmedi, sayı yetişmedi. Yıkım çok fazlaydı" dedi.
Pazarcık ve Elbistan'da saat 04.17 ve 13.24'te meydana gelen 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki iki depremde resmi kayıtlara göre 50 binden fazla insan hayatını kaybetti. Depremler Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Kilis, Osmaniye, Gaziantep, Diyarbakır, Malatya, Şanlıurfa ve Adana ve Elazığ'da yıkıma yol açtı.
Depremler sonrası ortaya çıkan yıkım; ruhsatsız binalara verilen izinler, denetimsizlik, alt yapı eksikliği gibi pek çok sorunla birlikte kamu yetkililerinin sorumluluğundaki afet risklerini azaltacak tedbirler konusunda ciddi eksiklikler olduğunu gösterirken felaketin ilk saatlerinden itibaren yaşananlar afete müdahalede de yetersiz kalındığı suçlamalarına yol açtı.
Peki depremlerin ortaya çıkardığı acı tablo sadece yıkımın fazla olmasıyla ilişkilendirilebilir mi? Afete müdahalede ne gibi sorunlar yaşandı?
AFAD müdahalede neden gecikti?
Depremlerin ardından yıkımın gerçekleştiği illere geç ulaşıldığı, arama kurtarma çalışmalarının yeterli olmadığı ve enkaz altında hayatta kalanlar için zamanın giderek daraldığı gibi çok sayıda nedenle eleştiri okları, afetlerle ilgili görev yapan İçişleri Bakanlığına bağlı AFAD'a (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) çevrilmişti.
Arama kurtarma faaliyetleri için kritik olan saatlerde AFAD'n bölgede olmadığını sahada görev yapan basın mensupları, sivil toplum kuruluşları (STK'lar) ve enkaz başlarında yakınlarından haber bekleyen çok sayıda vatandaş dile getirdi. Depremler konutlar ve hastane, havalimanı, yurt gibi kamu binalarının yanı sıra ulaşım yollarına zarar verirken bölgeye ulaşabilenler ve depremzedeler arama kurtarma faaliyetlerinin geciktiğine işaret etti.
Deprem sonrası kritik olan ilk 24 saatte hangi ilde ve kaç enkazda kaç personelin görev yaptığına dair ise resmi bir açıklama yapılmadı.
DW Türkçe'ye konuşan İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nden Sinem Kolgu, "Can kayıplarının bu denli artmasına neden olan faktörlerin en önemlileri, geç müdahale, kamu otoritesinin eksikliği, afete hazır olamama, koordinasyonu sağlayacak afet yönetim planının olmayışının getirdiği plansızlık ve koordinasyon eksikliği, acil müdahale sağlık merkezlerinin oluşturulamaması, zorlu kış şartlarında barınma ihtiyacının giderilememesi ve iletişim kaynaklarının kesintiye uğraması olarak sıralanabilir" diyor.
Kolgu, baz istasyonlarının depremde yıkılan binaların üzerinde bulunması, internet kesintisi gibi durumların da sürecin doğru yönetilmesine engel oluşturduğunu belirtiyor.
Kolgu'ya göre kamu ve yerel yönetim çalışanları, madenciler, kolluk kuvvetleri, arama- kurtarma konusunda uzman STK gönüllüleri ve müdahale etmeye çalışan vatandaşların iyi niyetli çabaları ve insanları yaşatmaya dönük olağanüstü gayretleri olsa da özellikle ilk 72 saatte etkin ve koordineli müdahale konusunda kamu otoritesinin eksikliği ölümlerin artmasına yol açtı. Arama kurtarma ekiplerinin sayıca yetersizliğinin yanı sıra gerekli donanıma sahip yetişmiş eleman ve teknolojik donanım eksikliği, ekip olan yerlerde ise iş makinesi, vinç ve jeneratör vb. ekipman yetersizliğine dikkat çeken Kolgu, "Bu gibi kritik faktörler ne yazık ki enkaz altında kalan insanlarımıza çok geç ulaşılmasına neden olu" diye konuşuyor.
Asker sahaya inseydi can kaybı daha az olur muydu?
Depremin ardından konuşulan ihmallerin başında bölgeye askerlerin arama kurtarma için görevlendirilmemesi ve kışlalarından çıkışlarına izin verilmemesi iddiası oldu. Bu konuda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'n talimat vermediği öne sürüldü. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun Erdoğan'ı yanlış bilgilendirdiği iddia edildi.
Bölgeye madenciler ve askerlerin ulaştırılması için talimatın neden geç verildiği, iş makinelerinin neden bölgeye ulaştırılamadığı soruları kamuoyunun gündemine gelirken bu sorulara yetkililer tarafından bir yanıt verilmedi.
AFAD, depremden bir gün sonra 07 Şubat 2023 saat 19.00 itibariyle "Bölgede AFAD, PAK, JANDARMA, DAK, Milli Savunma Bakanlığı, UMKE, İtfaiye, Milli Eğitim Bakanlığı, STK ve Gönüllüler, Güvenlik, Yerel Destek Ekipleri'nden görevlendirilen personel ile uluslararası arama-kurtarma ekiplerinden oluşan toplam arama ve kurtarma personeli sayısı 60 bin 217'dir. Dışişleri Bakanlığı ile yapılan görüşmeler neticesinde diğer ülkelerden yardım için gelen 3.251 personel afet bölgesine sevk edilmiştir" açıklamasını yaptı.
Sinem Kolgu, AFAD'ın o tarihte ifade ettiği rakamın gerçeği yansıtmadığı görüşünde. Kolgu, "Ancak doğru olduğu varsayılsa bile ilk bakışta oldukça yüksek görünen görevli insan sayısı bile etki alanı oldukça büyük olan deprem bölgesi için gerçekte yeterli değildir" diyor.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ise 20 Şubat'ta yaptığı açıklamada, askerin kışlalardan geç çıkarıldığı iddialarını reddetti. Ancak Akar, toplamda kaç askerin hangi kentte ne zaman arama kurtarma çalışmasına katıldığını açıklamadı.
Koordinasyonda ne gibi eksiklikler felaketi büyüttü?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da arama kurtarma çalışmalarında ilk günlerdeki yetersizlikleri kabul etmişti. 27 Şubat'ta Adıyaman'a gerçekleştirdiği ziyarette Erdoğan, "Maalesef ilk birkaç gün Adıyaman'da arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik. Hava ve yol koşulları nedeniyle ilk günden gelemedik" diyerek yakınlarını kaybeden vatandaşlardan "helallik" istemişti.
Sinem Kolgu, afet koordinasyonundan ve acil müdahaleden sorumlu olan AFAD'ın deprem sonrası ilk iki gün bazı bölgelere hiç gitmediği, bazı bölgelerde ise çok az sayıda ekip bulundurabildiğine işaret ediyor. AFAD'ın ekip ve ekipman yetersizliği nedeniyle de etkin bir arama kurtarma çalışması yapamadığını savunan Kolgu, "Öyle ki defin işlemleri için gerekli ekipmanlar dahi temin edilememiştir. Bölgedeki arama kurtarma çalışmaları önce bölge halkının, sonrasında ise ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları ve gönüllülerin çabasıyla el yordamıyla yürütülmüştür" diye konuşuyor.
Bölgeye hem arama kurtarma ekipleri hem de gönderilen yardımların zamanında ulaşamadığını vurgulayan Kolgu, "Odamızın gerçekleştirdiği inceleme çalışmaları sırasındaki gözlemlerimiz ve bölge halkının aktarımlarından, depremde yaşamını yitirenlerin gerçek sayısının resmi olarak açıklanan sayıdan çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Arama kurtarma çalışmalarının geç başlaması ve iyi yönetilememesi can kaybının artmasına neden olmuştur" ifadelerini kullanıyor.
İRAP raporları kağıt üstünde kaldı
Resmi belgelere göre AFAD sadece afete müdahalede değil afetlerin önlenmesi ve zararlarının azaltılması konusunda da yetersiz kaldı.
Binlerce kişinin öldüğü illerin hepsi için 2019-2021 yılları arasında AFAD tarafından İl Afet Risk Azaltma Planı (İRAP) raporları hazırlanmıştı. Bu raporlar felaketin gerçekleşeceğini yıllar öncesinden haber veriyordu.
Kahramanmaraş'a ait İRAP raporunda ilde 7,5 büyüklüğünde bir deprem olacağı öngörülmüştü. İçişleri Bakanlığı'na bağlı AFAD 2019'da Kahramanmaraş' pilot il seçmiş, plan 2020'de tamamlanmıştı. Plan çerçevesinde 2019'da ilde 7,5 büyüklüğünde deprem senaryosu üzerinden dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun talimatlarıyla bir tatbikat da yapılmıştı.
Raporda üç yıl önce yapılan tespitler 6 Şubat'ta tamamen gerçekleşti. AFAD'n depremden etkilenen diğer iller için hazırladığı raporlarda da bu illerde denetimsiz kaçak binaların yanı sıra imar affının da tehdit unsuru olarak sayıldığı ortaya çıktı.
DW Türkçe'ye konuşan ODTÜ Yapı ve Deprem Mühendisliği Laboratuvarı Yöneticisi Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu afet öncesi tedbirler alınmadıkça rapor hazırlamanın bir faydası olmadığını vurguluyor.
Afet sonrası müdahaleyi tartışırken "afeti bu boyuta getirmemek için ne yapmak gerekir" sorusununun sorulması gerektiğini düşünen Sucuoğlu, "Afetle baş edebilmek için öncelikle afeti bu boyuta getirmemek lazım. Afeti bu boyuta getiren de depremin kendisi değil. Oradaki yapı stokunun depreme son derece dayanıksız olması. Dolayısıyla bu boyuttaki bir afetle mücadele etmek çok zor. Daha öncesinde, afet öncesinde siz gerekli olan tedbirleri alsaydınız, yani yapılaşmayı deprem yönetmeliklerine uygun olarak yapsaydınız, bunları doğru dürüst denetleseydiniz, yani ruhsat verdiğiniz, oturma izni verdiğiniz binaları kağıt üzerinde denetlemeseydiniz bunlar olmazdı. Yani olayı aslında biraz ileri götürmek gerekiyor. Afete, depreme sığınmak doğru değil. Bu kaçış" diye konuşuyor.
Türkiye'de yapı kalitesinin böyle olmasının aslında önlenemez olmadığını, göz yumulmuş bir durum olduğunu ifade eden Sucuoğlu, imar kanununun zaten böyle bir yapılaşmanın önünü açtığını, yaşanan felaketin denetimsiz bir sistemin sonucu olduğunu söylüyor.
Sinem Kolgu da "İRAP raporlarının uygulanması ile ilgili hazırlıklı olunamadığı görülüyor ama güvensiz yapı stokunun da depremin neden olduğu kayıplarda en önemli etkenlerden biri olduğu unutulmamalıdır" diyor.
Kamu yapılarının zarar görmesinin etkisi
Depremin ardından ortaya çıkan tablo, çöken kamu binaları, aksayan ulaşım ve yıkılan yeni binalar Türkiye'de uzun yıllardır devam eden denetim, planlama ve altyapıya ilişkin problemlerin çözülmediğini de bir kez daha gözler önüne serdi.
Göl havzasına inşa edilen Hatay Havalimanı depremden hasar gördüğü için uçuşlara kapatılırken Hatay Reyhanlı'daki yolun ise ortadan ikiye ayrıldığı gözlendi. Hatay'n yanı sıra Gaziantep, Malatya, Adıyaman ve Kahramanmaraş'ta bazı otoyollar çökme ve hasar nedeniyle trafiğe kapatıldı, deprem bölgesine ulaşımı sağlayan bazı otoyollarda ise kar ve tipiden dolayı ulaşım gerçekleştirilemedi.
Sinem Kolgu, "Havaalanı ve yolların zarar görmesi de afete müdahalenin zamanında gerçekleşmeyip gecikmesinde önemli etkenlerden biri olmuştur" diyor.
Öte yandan kamu yapılarının afet sonrası acil müdahale ve iyileştirme süreçlerinde barınma ve koordinasyon merkezi gibi ihtiyaçların karşılandığı yapılar olması gerektiğini vurgulayan Kolgu, "Hatay, Adıyaman, Kahramanmaraş ve Malatya'da hükümet konakları, valilikler, belediye başkanlıkları, okullar, aile sağlığı merkezleri, hastaneler, ibadethaneler ve inanç yapıları, polis evleri, jandarma yapıları ve lojmanlar ağır hasar aldıkları için bu görevlerini yerine getirememiştir" diye ekliyor.
"Siyasi sorumluluk kabul edilmeli"
Kahramanmaraş merkezli depremlerle Türkiye'de milat olacağı söylenen 1999 Marmara depreminden bu yana tablonun değişmediği de ortaya çıktı.
AFAD Başkanı Memiş, dün yaptığı açıklamada "Arama-Kurtarmada 100 Bin Projesini başlattık. Öncelikli olarak kamu kurumlarındaki arkadaşlarımızı, jandarmamızı, polisimizi, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki askerlerimize arama-kurtarma eğitimi vererek, dinamik bir arama-kurtarma ekibi oluşturarak en az 100 bin kişiyi bir yıl içerisinde eğitmiş olacağız" dedi.
Peki depremin yıldönümünde yapılan açıklamalar kamuoyuna güven veriyor mu?
Türkiye'de deprem yönetmelikleri açısından bir eksiklik olmadığı, mevcut yönetmeliklerin uygulanmak istenmediği, bunun da siyasi nedenleri olduğu görüşünü paylaşan Haluk Sucuoğlu, çoğu kurumsal olmayan ve başı bozuk bir düzende çalışan müteahhitlerin siyaseti rahatsız etmediğini, tam tersine müteahhitlerle iş birliği yapmanın çok daha kolay görüldüğünü ifade ediyor.
"Deprem büyüktü. Biz bir şey yapamazdık" bakış açısını doğru bulmayan Sucuoğlu, bunun sorumluluktan kaçma anlamına geldiğini vurguluyor.
"O zaman İstanbul'da da bir şey yapmayacaksın. Deprem orada da olacak" diyen Sucuoğlu, ekliyor: "Sorumluluk siyasidir. Bunu kabul etmek lazım."
Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir